Ana içeriğe atla

Mini minnacıklığı geçtik,ortaokulu da bitirdik




Çocukluk anımı ilk yazışımdan sonra aylar geçti.Bir mim yazısı beni nerelere ,neleree götürmüştü.Deeptone daha ilerisini yazmam için beni şevklendirdi.Yalnız hikayenin bundan sonraki yazımı, benim için pek kolay olmadı.
Ya fırsat olmadı,ya zaman! Zamanım olduysa da ruh halim bunları yazmak için hazır değildi.Sonra da erteledikçe geçti.Sonra da unutmuşum ..Ta ki Ebru'nun hatırlatmasına kadar...
Sanırım artık yazmaya hazırdım kendimce:)


Eylül'de okulların ilk açıldığı hafta idi, Uşak'a taşındık.O zamana dek biz küçük bir ilçede yaşıyorduk.Herkes birbirini tanıyordu.Okulda ilişkilerimizin içine hiç kavga ,kibir,alaya alma,fitne fesat girmezdi.

Ben top oynamasını bilmeyen bir çocuktum.İp atlayamazdım.Ama tenefüslerde zaman zaman arkadaşlarıma katılırdım.Zaman zaman ben beceremiyorum diye girmek istemezdim aralarına. Onlar benim de katılmamı isterlerdi ama.Ben güçsüzdüm.Okulun arka tarafında ağaçlıklı bir oyun alanı vardı.Köşe kapmaca oynanırdı ağaçları seçip.Ben hep ebe olurdum ama ebe oldum diye kimse bana alayla bakmazdı.Öğretmenlerim beni pek severlerdi.Çok öğretmenim değişti benim.Ama beni en çok Nebahat Öğretmen'in sevdiğini hissederdim.Sadece bir arkadaşımda vardı kıskançlık ,kimse sevmezdi onu pek.Benimse övünmek gibi olmasın çok arkadaşım vardı.Hele de Meryem.Babası doktordu.Tatillerde ,öğle aralarında babasının muayenehanesine gider ,babasının çekmecesindeki portakallı sandozları suda fışkırtır,içerdik.Sonra da yakalanırdık Yılmaz Amca'ya.Tayinleri Erzincan'a çıkınca giden Meryem...Ben arayınca karşılık göremediğim Meryem...İlk terkedilişim...Kimi çok sevdiysem ,gitti ondan sonra..Ne arama ne sorma hiçbirşey...



Kazım Zaim
Her okuldan çıktığımızda soluğu kütüphanede alırdık.Hikaye kitaplarımızı alır eve dönerken ilçenin merkezindeki Atatürk Heykeli'nin önünde durur, 1 dk saygı duruşu yapardık hep.Gelenekseldi.Şaşmazdı hiç !
Bir gün bir amca ,artık alay ettiğimizi mi sandı ne yaptı, ayağından ayakkabısını çıkarmasıyla birlikte bize bi fırlattı.! Sekerek de arkamızdan koşuyordu.Yakalanmadık tabi! Ben yakalanmadıysam zaten... :-))
Koşma konusunda iyi değilim ben.İlçenin kör dişçisi tarafından 4 tane dişim gitti benim.Hem de öyle steril bir ortam yok ,uyuşturma yok.Ben işte o faciadan kaçtım.Yarım arpa yol ancak gitmişken işgüzar kuzenim tarafından yakalanmıştım.Hain,diye tescillendi zihnimde o gün bugündür:-))



Yazları gidişimde, arkadaşlarım pikniğe gidişinde beni de çağırırlardı..Ben gittikten sonra çok geçmeden zaten, herkes bir yerlere dağıldı çil tavuğu gibi ...Bir daha haber alamadım onlardan...Okul hayatımın en unutulmayacak ismiydi onlar...Serdar vardı .Eşyalarımız bir akşamüstü kamyona taşınırken gelmişti.Sınıfın  en yaramaz çocuğu idi..Ama pek de sevimliydi..'Gidince beni unutursun 'dedi.Numarasını verdi.Bir kere aradım.Annesi çıktı.Sonra bir daha aramadım onu.


Şakir Eczacıbaşı
 Bu şehre geldikten sonra arkadaş bulma çabaları başladı .İki günde kurduğum arkadaşlıklar ,bir baktım bizim ordakiler gibi değilmiş.İlk oyunda deneniyorsun ,performansı nasıl diye.Sonra fıs olduğunu anlayınca pazardan kelek alır gibi sayışmaya başlıyorlar.İki lider oluyor biri Ayşe biri Fatma diyor .Herkes en güçlüsünü kapma yarışında.
Çocukken sokuyorlar bu kapitalist,emperyalist düzeni kafamza.Biz ismini bilmiyoruz ama uygulama böyle işliyor.Zayıfsa ezeceksin ,düştüyse bir tekme sen atacaksın;güçlüyse yere göğe nereye koyarsan...Aslında bu çocuk ruhunun en yara alış noktasıdır .En sona kalıyorsun.Sıra kime geliyorsa en son sen olduğun için ağzını yüzünü buruştura buruştura seni seçiyor. Yakar top oynanıyorsa en sona seni vurmayı düşünüyorlar puan almak için.
Ki, ne zaman benim öğrencilerim ve etkinlik verdiğim çocuklarım oldu ; bu sistemi yenmesini bilen, sayışmaya gerek olmayan, interaktif oyunlar oynattık biz . Gerek derslerimizde gerek etkinliklerimizde....



Küçük bir ilçede insanların ne giydiğine bakılmıyordu.Öyle modaymış,kot pantolonmuş,şu bu ,önemli değildi bizim için.Annem dikerdi bizim kıyafetlerimizi.Bana bir elbise dikerken bir örnek de kardeşime pantolon dikerdi.Hep etek giydim ben ,elbise..Annem pantolon da dikerdi ama bana hiç pantolon dikmedi.Ben de hiç ben pantolon istiyorum demezdim.Biz istemezdik zaten.Pazara gitsek ' anne ucuzsa muz al,pahalıysa alma' derdik.Yoksa yoktu,zorlamanın alemi de yoktu!
Şimdikilere söyle bakalım ,yok deyince ne yapıyorlar !
Yaşlı kadın çemkirmesi gibi oldu.:-)) Ama haklıyım ,şartlar öyleydi!Küçük yerde allahtan az örnek vardı da, çok canımızın çektiği de yoktu.Nerde öyle Burger King falan !
Geçen annemle kaçamak yaptık Burger King'e.Kadının bir tanesi, yanında fazla yokmuş para herhalde 'oyuncak almasak fiyatı düşer mi ' dedi. Parası çıkışmayan kadın bir süre sonra ellerinde bozuk para ile geldi. Çok tatlı ,genç bir anneydi.Annemle öyle dedik birbirimize ,geçmişte bizim dönemimizde burger olsa biz de böyle yapar mıydık ,diye tahmin yürüttük.



O zamana kadar etek elbise giymemde mahsur görmeyen arkadaşlarımı daha çok özledim.Çünkü etek elbise giymem o yıllarda taşındığımız büyük şehirde sınıf içinde dedikoduya yolaçmıştı.Ben erkeklere kendimi beğendirmek için öyle giyiniyormuşum.
Sonra o yıllarda sınıfta doğru düzgün arkadaşım yok.Kapıdan girişteki tarafta oturuyorum.Ki,orda hep erkekler oturuyor.Bu çirkin dedikodu, sınıfta daha çok yalnızlaşmamı sağladı.Annemden güç bela bir pantolon almasını istemiştim bana .Sonra bir yerden ,bir dolaptan bir pantolon buldu bana.Yeşilli mavili kareli ispanyol paçalı bir pantolondu.Fermuar bozuk ama.!
Hafta sonu kursu vardı okulda sabah.Giydim gittim .Ama nasıl gittim :))Üzerine fermuar kısmını boydan boya kapatan bir kazak giydim ve gün boyunca anlaşılmasın diye de tuvalete gittim durdum.Kot pantolona acayip özenmiştim o sene ben.Şimdilerde ise nerdeyse 4 sene oldu ben kot pantolon almıyor ve zorunlu olmadıkça giymiyorum bile :)


Özgür Kocamış

Bir zaman dişlerime tel takıldı.Konuşmamda bir bozukluk vardı.ne 'k' ne 'g' ;  doğru düzgün konuşamıyorum bile .Tam da boy attığım seneler bir de.Türkçe öğretmenim vardı ,kimse sevmezdi bu kadını. Ben de türkçe seviyorum diye hep parmak kaldırırdım.Sorduğu sorular ders kitabında olmasa bile doğru cevap verirdim.Sınıfın en önünde otururdum.Sınıf öğretmenimiz yer değişikliği yapmadığı için ben öne düşmüştüm.Boyum da uzundu. Sırık,sağır ,telli gibi bir çok alaya alınmalar beni bulurdu.
Bir gün bu türkçe öğretmeni de sınıfta ' Sen tellisin,ne dediğin anlaşılmıyor,sus bakayım' deyince ,arkadaşlarım onun yanında bana sırık ve sağır diye alay edince ,bu öğretmenim arkadaşlarıma  müdahale etmeyince, o gün ağlamamak için zor tuttum kendimi.Ve nedense bunu yazmak benim için güçtür halâ.

Kazım Zaim

Öğretmenlikten soğudum ben.Evet bakmayın ,öğretmenlik yapıyorum dediğime .Öğretmenlik okumadım ben. Ama nasıl büyük söylediysem hep öğretmenlik ve liderlik ,organizatörlük gibi teklifler geldi bana.Hayatta büyük söylemeyeceksin!
Ama şu kadarını söyleyeyim o durum ben de öyle bir özgüven boşluğu yaratmıştı ki,sağolsun bunda en yakın kanım canım dediğim insanların da katkısı oldu ! Benim bunu aşmam çok senemi aldı.Ve ...Ömrümün her katresinde insanlarla konuşurken ,yazışırken onlara bu üslupla seslenmedim ve bu şekilde konuşmadım,konuşmamaya çalıştım...Çünkü deyim yerindeyse kuyruk acım fazla olmuştu...
Sonra bunu anneme söylemiştim.Annem diye söylemiyorum kibar kadındır.Okula gidince bunu sınıf öğretmenine açmış.O da ,ona açmış olacak ki,kadın bana gıcık kaptı.Hasırdan yapılacak şapkanın, yanına değil de ortasına çiçek koydum diye ,ben değişik yaptım diye,  görüntüde hiç bir çirkinlik olmadığı halde notuma 4 verdi.
Ve bu kadın bir gün biz ortaokuldan mezun olurken dedi ki :
"Beni bir gün yolda görürseniz yolunuzu değiştirmeyin bakalım "  demişti...
Ben o öğretmenimi yolda gördüm.Ona bunu anlatmak istedim.Ama üzüntüm bir yol kenarında öfkemi atmaktan çok derinlerdeydi .Ona verilecek en büyük cezam, susmaktı.Çünkü ben ancak sevmediğim,samimi bulmadığım insanlara susarım..Çünkü benim kelimelerim en büyük hazinemdi o zamanlar bile..
O hazineyi ona vermiştim...Ama harcamıştı ! Bedava para bulunup ,el emeği olmayan paranın harcanılması gibi :)



Büyük şehire gelmek bende böyle bir kaos oluşturmuştu.Büyük yerin çocukları bile küçükken öğreniyordu insanlarla savaşmayı...İnsan insanla savaşır mı hiç? İnsan kendisiyle bile savaşıyor, bir insanla niye çatışmasın :)

İşte böyle çocukluğumu bitirdim ben. Anlatılıp anlatılamayanlarıyla beraber....Hüzün katlandı ...Katlandıkça öğrendim..

Daha yazayım mı :-)))

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Biraz önce radyo yayını yazına yorum yaparken bu yazını henüz görmemiştim ama bilmeden doğru bir pazar yayını konusu istemişim senden.Daha anlatacağın çok şey olmalı ve ben daha da fazla merak ederek bekliyor olacağım...
Gelelim ortaokul çağlarına.
Şehirlerde mi böyledir sadece yoksa çocukların yaşları büyüdükçe acımasızlıklarının artması mıdır bu yazdıklarına sebep olan bilemedim.
bir an kendimi düşündüm.benim de çok acımasız öğretmenlerim oldu.o dönemde sanırım çocuk psikolojisi konusunda pek bir eğitim verilmiyordu fen-edebiyat fakültelerinde.öyle olacak ki ilkokulda kendi öğretmenimizin hasta olduğu birgün bizim sınıfa bakan öğretmen resim dersinde çizdiğim güneş ve bulutlarla alay etmişti!güneş ve bulutlar düşünsene,hem de ilkokul çağında.güneşin kolları mı olurmuş,bulutlar mavi mi olurmuş diye.o gün bugündür güneşin ışıklarını tasvir eden bir "kollu" güneş resmi görsem aklıma ilk gelen bu olur.daha da acımasız öğretmenlerim de oldu,daha hoşgörülüleri de.eski yazılarımı okudukça göreceksin:)
sınıfta alay konusu olan çocuklar olurdu-senin gibi.ben alay etmedim kimseyle ama birileri alay ederken müdahale de etmedim hiç.ben de güldüm o alaylara.ve şimdi facebookda falan o arkadaşları görmüyorum.kimbilir nerelerde nasıl hayatları var diye düşündürttün bana.onlar da çocukluklarından bahsetmekten sıkıntı duyacak kadar olumsuz etkilenmişler midir?sanırım öyle olacak ki kimseyle görüşmüyorlar o dönemdeki arkadaşlarından.
ama çocuktuk işte.o günlerde yaşanılanlar bugünümüzü belirlemiş,kişiliğimizi,seçimlerimizi.hatalardan ders almışız belki belki de farkında değiliz hala.
ne mutlu sana ki bu denli yalnız bir çocukluğa rağmen güzellikler biriktirmişsin cebinde ve şimdi onları aktarabileceğin fırsatlar çıkınca karşına başkalarından farkını koyabiliyorsun ortaya.
genelleme yaptım sanırım bak ben de:)
bir genelleme daha yapıp noktayı koyayım öyleyse:
her insan özeldir,tanımaya değerdir.seni tanıdığım için çok mutluyum şükriyecim.
Şükran dedi ki…
valla ebrucum,nasıl söylesem,öyle utandım ki,bir o kadar da onure ettin beni gece gece...
Valla nerdeyse otobiyografimi yazacağım sayende,benim gibi bir tembele de sanırım bir Ebru lazımmış herhalde:)
ben ilkokulda ilçeden geldiğim için bunların arkadaşlıklarda yaşadığım ve öğretmenin ayrımcı tutumu çocukluğumda geçendi.Ama hakkın var ebrucum,bazı insanlar (!)büyüdükçe kirleniyor,bazıları ise büyüdükçe çocuk kalıyor,çocuk kaldıkları için olgunlaşabiliyorlar.Şu konuda haklısın buraya geldikten sonraki ilkokul ve ortaokul arkadaşlarımla pek görüşmüyorum.Seneler sonra aramızda çok bağ varmış gibi canım diye seslenenler oldu,onları görünce eski pısırıklığım üzerime oturuyor yine. ben az uğraşmamaıştım onu yenmek için :)
mutluluğun karşılıklı...Kelimelerinden alabiliyorum tüm elektriğini...irtibatta kalalım ebrucum,kaybedilecek insan değilsin çünkü:))
Unknown dedi ki…
elbette irtibattayız.öyle kolay kolay kaçmak yok:)
deeptone dedi ki…
ivit bence de sende bi organizatör ruhu var.

3 yazını okudum ve kısa bir roman okumuş gibi oldum falla.

kitap radyo ve anılar.

:)
Şükran dedi ki…
organazatör?bana bugünlerde bunu pek söylemeye başladılar.düşünmeli bence,bunu sen de söyledikten sonra:-)) evet yine uzun her zamanki gibi...yazı öyle akıyor ne yapayım deep:)

Bu blogdaki popüler yayınlar

O o bir Türklerin Emile Zola'sı, O..o bir müzmin bekar , O kadın naturalisti...

*18 Ağustos 1864 doğumludur.Babasından etkilenmemiştir.annesine ise çok düşkündür. Annesi o dört yaşındayken veremden ölmüş ,bunun üzerine teyzesinin evine Aksaray'a yerleşmiştir. *Annesinin veremden ölmesiyle beraber evhamlı biri olur.Hatta Ahmet Mithat Efendi'nin kızını kendisiyle evlendirme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü süresince evlenmez.Refik Ahmet Sevengil'in neden evlenmiyorsunuz sorusuna odasında bir nefese dahi tahammül edemediğini ,sinirli olacağını hatta bu sebeple misafirlikte bile kalmadığını dile getirmiştir. *Kadınların arasında uzun yıllar yaşadığı için onlardan etkilenmesi şüphesiz.Örgü ve tentene örmesi,reçel pişirmesi,evini bir kadın gibi titizce temizlemesi onun bu yönünü doğrular. *Sanat için sanat mantığından ziyade sanat toplum için yapılır görüşünü savunmuştur.Türklerin Emile Zola'sı diye bilinir öğretisel naturalizm akımında.'Deneysel Roman' Sadece belli bir kesimi anlatmaktansa halkın günlük hayatı üzerine yazmayı hedefle

Güzel İnsanlar Biriktirmişim,

Bugün bir huysuzluk vardı üzerimde.Gece de uyuyamamışım.Sabah gözümü bankanın mesajıyla açtım.Sağolsunlar,bugün şerefine,alışveriş edeceğim noktalardan ne alırsam üç katı fazla puan vereceklermiş.Ben ise ihtiyacım olmadıkça alışveriş etmeyi seven bir tip olmadığımdan bu mesaj bana yaramadı.Sağolsunlar yine de sağır sultandan önce doğum günümü kutlama lütfunda bulundular. Annem bugün  benim için  hazırlık yaparken  neli pasta  istediğimi sordu.Ben de beş karış suratla yapmamasını söyledim.Dedim ya ,doğum günüm benim için tam bir mutluluk kaynağı değil.Hatırlanmak,kutlanmak güzel şeyler.Sadece yanağıma iki öpücük ve seni seviyorum demeleri yeterli...Yoksa insanların benim için yorulmalarını istemiyorum.Hele hele oruçluyken...Ama annem bu...Koca kazık olmama rağmen tüm gününü mutfakta geçirme pahasına da olsa birbirinden leziz 4 çeşit yemeği yetiştirdi,üzerine bu moloz yığını düşmüş gibi duran bezmin bir kıza doğum günü pastası yaptı.Masayı da kurdu bir güzel...Gık bile demedi..Öyle

Cemal Süreya ,Keyif Sanat Kahvesi'nde

Camında Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı şiiri yazılıdır.Uşak'ın farklı ,özgün ,kültür sanat çalışmalarının  yapıldığı ,sahiplerinin de sıcak ,sanatsever oldukları aşikar;) Keyif Sanat Kahvesi'nde şiir okuma akşamlarımız başladı malum.Ben tabi ara ara kaçak olsam da ,her gittiğimde aldığım keyfi size anlatamam. Şiiri bu akşamlar sayesinde sevdiğimi itiraf etmeliyim.Bazı zaman ruhsuz okuyan arkadaşlarımın okumasından keyif almasam da ,onların şiire karşı duyarlılığı ,zaman geçtikçe okumalarında çaba sarfettiklerini görünce,bu tür ince şeylere önem verdiklerini  düşününce mutluluğum artıyor aslında.Bu yüzden bu açıdan bakınca tahammül edebiliyorum. düşünün,önceden şiir yazıp şiir okumayan,bildiği şiir ikiyi geçmeyen kişiyken şimdi başka şairler tanımak için çaba sarfediyor,sevdiğim şairlerin kitabını bizzat alıyorum. Ama şiir yazmıyorum artık !!! Boyumun ölçüsünü aldım,şiir yazmak ne kadar kolay görünse de zor zanaat ,bunun farkına vardım:-))) Sanırım iyi de o