Ana içeriğe atla

Guguk Kuşu'ndan Uyanış'a



Gecenin kör vaktinde fikirlerim üşengençliğimin esiri olmadan fırından yeni çıkmış bir simiti ağzımda erimesini bekler gibi yazıyorum buraya.Taze ve çıtır çıtır etkisini kaybetmeden.Çünkü soğuyunca aynı keyfi almıyor insan.Çay, kahve, çorba nasıl sıcak içilmeliyse öyle de yazılmalı yeni bir sinema filminin tadı.
Ben filmi uzun uzadıya anlatmayı pek sevmem aslında.Anlattıklarım  filmin müzikleri ,karakterleri ve oyunculukları ve konunun nasıl ustalıkla işlendiğidir ,beni ne derece etkilediği ve bende neler uyandırdığıdır.


Henri Carter Bress fotoğrafı

İnsanları severim.İnsanları izlemeyi çok severim.İnsanları yürürken kulağımdaki soundtrack müzikle izlemeyi severim.Alışveriş merkezinin cam kenarına oturup bilgisayarımı masaya koyup hem yazı yazmasını hem insanları izlemesini severim.Bu yüzden fotoğraf gerçek gelir bana.Tiyatro ayrı büyü .Sinema ise ayrı bir beyaz cam büyüsü.Karakter ve durum sinemaları ise bir o kadar etkiler ve büyüler beni.Bu sebepten olacak ;ben pek animasyon izlemem.Geçen arkadaşım Ali "sen de dikkatli izliyorsun ,Karakterin replikleri önemli oluyor senin için de"dedi.Uzun zamandan beri sebebini bilmediğim bir kesmekeşin cevabını bu cümle üzerinde bulmuştum.Evet haklıydı,hem de yerden göğe kadar.Benim için gerçek varlık  bakışı önemliydi.Gerçek olmalıydı.Hayvan bile oynayacaksa filmde, bakışlarında karakter sezmeliyim.Ses tonu yabani olmasın."Hırr" dediğinde bile onun gerçek duygusunu anlayabileyim.Bana kalırsa zaten sinema edebiyatın ilizyonize edilmiş halidir.Bu sebeptendir ki duyguyu izleyiciye geçirmek şapkadan tavşan çıkarmanın da ötesindedir.

Ah Tanrım gecenin bir vakti neler yazıyorum ben böyle! Git bunları bir deneme yazısında yaz.İzledin filmi,uyu işte.yoook uyuyamam.Uyursam ertesi sabah bunları yazamayabilirim.Benim için ayrı bir dünya olan bu sayfa sayesinde belki ilk kez kendimi tam olarak yansıtabileceğim.Kendimi bundan mahrum etmek istemiyorum. 

****



Bu hafta içinde hem 1976 yapımı Guguk Kuşu filmini hem de 1990 yapımı Uyanış filmini izledim.İki filmi de izlediğinizde benzer özellikler taşıdığını görüyorsunuz.Ama birbirinden ayrılan özellikleri olduğunu da farkına varıyorsunuz.Guguk Kuşu filminde Jack Nicholson başta olmak üzere diğer hastaların da oyunculuğu göz doldururken Uyanış filminde de Robin Williams ve Robert De Niro başta olmak üzere diğer hastaların oyunculuklarına dikkat etmemek imkansız.

İkisinin de hastanede geçmesi ve olay kahramanlarının üzerinde de yoğunlaşılması güzel bir karşılaştırma ve benzerlik ölçütleri veriyor.İnsan ister istemez sosyolojik bir bakış edinmeden de duramıyor.Hem dönem filmi açısından,hem o zamanki tıbbı görüler bakımından,ruh hali açısından ve istediğiniz her bir zırvanın açısından bakabiliyor.Bana kalırsa zaten bayağı açı maçı derken suyunu çıkartırım sinema kadrajının.

( Bir filmde şu vardı ,diğerinde bu yoktu kıyaslamalarına elbet girmeyeceğim.Bu tür kıyaslamaları okumak hoşuma gitmediği için kimseye de sevmediğim bu kıyaslamayı dayatmaya da çalışmıyorum.Herkes ne alırsa ,odur.Zaten sanatçı da "Bunu anlatmak istedim.Şunu anlattım" demez.Sanatçı eserini çıkarırken başkalarını düşünmek zorunda değildir.Sanatçı olmak özgünlükten geçer.Sanatçı anlatır;izleyici ,algısı kadar görür.Bu yüzden ben de burda ne gördüysem, ne anladıysam kendi beğeni ölçümde yazarım.Hatta farklı görüşleri de öğrenmek isterim. (Edepli ve seviyeli olduğu sürece!)   )

Guguk Kuşu ve Uyanış bana şunu düşündürdü Amerika hakkında ve onun gıyabında o kaideleri kapsayan ülkeler hakkında.
Hani yakınırız ya ,
"Ülkemizde iyi şeyer yapan desteklenmiyor,köstek oluyoruz"
"Bak efenim elin amerikalısı orda bir şey icat ediyor,adamlar nasıl sahip çıkıyor?"
Hadi ordan sen de ?Biz herşeyi gözümüzde o kadar çok büyütüyoruz ki.Olanı olduğu gibi görmüyoruz.En küçük falsoları da olunca "Tabi akıllım biz onlardan önce bulduk bunları,biz olmasak bunların bir halt becerdikleri yok,olamaz da" diye yükselişe geçiyoruz.Onların da demek ki hemen yeniliklere tahammülü yokmuş.Demek kendi egolarının altında eziliyor,birilerinin onlardan daha üstün olduğunu kabul edemiyorlar.Demek ki ,her ülkede yetişiyor böyle mantarlar.

Filmde bir despot bir hemşiremiz vardı ki.yüzü melek ama içi nasırlaşmış ve mantarlaşmış bir ayak gibi.Yüzü ne kadar temiz de olsa içinin kötü ruhu, iyi ve kararkterli insanların yanında kokuyor.İşte Amerikan sinemasının sevdiğim yönü bu.Ters bir U dönüşü yapıyor yönetmen,castı seçerken.Kadından siz beklemiyorsunuz öyle katı ,kuralcı bir davranış ama kadın prensiplerinden vazgeçmiyor.Bir an neredeyse cama fırlayıp benim boğasım gelmişti kadını.
Jack Nicholson,kuralları hiçe sayan ,aslında analitik ve pratik ,uygulamalı hayat teorisinden yana.Deli hastanesine yatmakla iyi ettiğini düşünüyor,deli değil aslında ama uzman olduğunu söyleyen kişiler ondaki bu uyumsuzluğun akli dengesinin yerinde olmadığına bağlıyorlar.Bu da bana okuduğum bir kitabı anımsattı ,felsefeye ilgi duyanlar için kitabın ismini söyleyebilirim:



Lou Marinoff , Felsefe Terapisti kitabını yazarken sloganı şuydu Prozac'ı Bırak Platon'a Takıl
Kitap felsefenin tedavi edici bir bilim olduğunu ve öyle uygulanması gerektiği ve öyle de bakılması gerektiğini vurguluyor.Psikoljinin devamlı hastalıktan başka bir şey eklemediğini vurguluyor.
Kitaptan bir alıntı yazıyorum :
".......psikoloji ve psikiyatrinin çok büyük bir bölümü görünürdeki herkesi ve herşeyi HASTALIKLAŞTIRMAYA (tıbbileştirmeye) yönelmiştir.Bunlar kapıdan giren herkese teşhis koymaya ve sorunlarına hangi sendrom veya bozukluğun neden olduğunu bulmaya çalışmaktadırlar."
".....DSM(Ruhsal hastalıklar teşhis rehberi) 1952 yılında DSM I listesinde 112 hastalık varken 1990'lı yıllarda her iki kişiden biri hasta deniliyor........Her yerde ruh hastalığı buluyor ve reçetelerine sigorta şirketinizin ödeyeceği her türlü ilacı yazıyorlar"
Yukardaki alıntılar filmde izlediğim görüntülere izdüşüm yapıyor nerdeyse.Keşke bu yazıyı okuduğunuzda da filmi izlemiş olsanız.Filmi izlemeden önce yazdıklarımı okursanız etkilenebilirsiniz diye endişeleniyorum.O zaman insan kendi bakış açısından sıyrılıyor bence.

Bu alıntılar bana şunu da düşündürmedi değil .Başka bir açıdan baktığımda ise şunları söylemek istiyorum : Toplumda kitap okumak konusunda vasat sayılan biz Türkler aslında o kadar da okuma konusunda fakir değiliz.Kütüphanede bulunduğum süre içinde bunu çok çok gözlemleme imkanım olmuştu.Hayır kitap okuyoruz! Her zaman da söylerim ,yine bin kere söylerim ,bilinçli okurumuz yoktur.Bana kalırsa ne kadar çok okuyan değil,okuduklarından istifade edebilen insan gerçek okuyucudur.Bizler öğrendiğimizi uygulamayan ,yazılanları kendi hayatına uyarlayamayan insanlarız.Çevremizde bir çok kişi kişisel gelişim ve annne -çocuk eğitimi üzerine kitaplar okur.Ferrarisini Satan Bilge kitabı  günlerce çok okunanlar listesinde kaldı.Ama sorunlar başgösterdiğinde herkes yine bahane üretmeye devam ediyor.Bu kadar psikoloji ,kişisel gelişim,anne çocuk eğitimi üzerine kitap okuyan bir ülkede peki neden halâ özgüvensiz bireyler yetişiyor  ?
 Peki Hemşire  Ratched gibi disiplinli ,kuralcı ve saatlerinde ilacı verilen hastaların sorunu nedir ? Mcmurphy bu sorunun açıkça yanıtıdır.



2 kere 2 nin 4 etmediğini reddeden insanın 2 kere 2 nin 4 ettiğini reddettme hastası olabileceği gibi.Burdaki Mcmurphy karakterine yapıştırılan etiket ,tipik karakteri olan insan, davranışlarından dolayı  ruh hastası olabileceğini düşündürtür.O aslında hastanedeki düzene, bu otoriteye karşı ,bununla beraber çevresindeki bir çok hastayı da olumlu yönden etkilemiş ve hayata bağlamış ,kült bir karakter.Oblomov gibi,Selim Gibi,Prof.Kien,Coco Chanel gibi.Eğer bu insanları da böyle etiketliyor olsaydık şu an böyle karakterlerin yaşamışlığıyla bile tanışıyor olmazdık .Kendimizi o zaman hasta kabul edebilirdik herhalde. Kimse kendisiyle barışık olamazdı .Kimse  özgün,sanatçı ,düşünür,tasarımcı insanlar olamazdı.Mcmurphy'nin  aslında karakteri oturmuş ,sağlam basan ,ne düşündüğünü bilen ,bilinçli bir sağduyusu var.Zekası ve iyimserliği de karaktere kontrastlık katıyor bana kalırsa.


-Hey ellerini kaldır ;hiç olmazsa spor yapmış olursun,kendi için bir şeyler yap dostum

Demek  ki Amerika'da da böyle farklı yaklaşımlara despotça yaklaşan hasta bakıcıları varmış.Ayrıca bir saçmalık daha var ki grup terapisi.Bir insan nasıl en özel gizini başkalarının yanında paylaşmak ister ki.Sanırım bu yapraksız bir ağaca benzer.Dalları kuru ve sarkmış.Bu insanın somut anlamda çıplak olmasından daha kötü.Film zaman zaman mizaha da yer vermiş ama koyu bir kara mizah örneği de yoğun seziliyor.Ağır olan nesneyi taşımak isteyen Mcmurphy '"En azından denedim"diyor.Filmin sonlarına doğru da bir süpriz bekliyor izleyiciyi.Ben zaten bir atak bekliyorum o karakterden ama....Ne zaman ? Diyordum ki..... Film beklediğimden farklı bitti.Seviyorum böyle beklediğimden farklı bitip beni şaşırtan filmleri.




Gelelim Uyanış filmine....Robin Williams'ın şimdiye dek hemen hemen her filmini izlemeye çalıştım.Arkadaşım Ali  sağolsun ; onun sayesinde bu filmini de izlemiş oldum.Doğrusu filmi izlerken daha başta kendisine minnet duymuştum.Filmi çok beğendim.Hatta bir yerinde bayağı duygulu anlar yaşadım.Sıcacık bir adam Robin Williams .Komedi filmlerinde de izledim dram filmlerinde de.Ne zaman izlesem beni etkiliyor.
-Benim iyi olduğumu söylemişsin ona.Ben o kadar iyi miyim sence?İnsanlara hayatı verip sonra geri alan ?
-Hayat böyledir Dr.Sayer.Önce verir ,sonra alır.
Aklımda kalan repliklerin bir özeti.Aynısı değil:-))
Robert Ne Niro'nun oyunculuğu da hakikaten parmak ısırtır şekilde çok başarılıydı.Bu iki sevdiğim aktörün birarada oynaması bile şahane bir karakter sineması oluşturmuş.2009 yapımı Herkesin Keyfi yerinde filminde yaşlılığını gördüm.O filmi de güzeldi.Taxi Driver'da gençliğini gördüm.O da apayrı bir tattı.Uyanış filminde yetişkin halini izledim.Oldukça duygulu anlar yaşamama sebep olan bu iki film zihnimde yeni bir pencere daha açtı.



Uyanış filmi için az değerlendirme yapmış gibi görünebilirim.İşin aslı Guguk Kuşu ile beraber ortak bir değerlendirme yapmak istedim.Birini daha fazla sevdim ;diğerini az olarak anlaşılmamalı.Ben sadece bu iki filmin ortak ögelerini alıp,ortak bir görüş sundum.O kadar yani ;-)  

Ordan burdan derken ,konuyu çok dağıttım,eyvah toparlayamayacağım derken......Bu satırlar da bitiverdi böyle..... 
Bu iki filmi izlememe sebep olan Arkadaşım Ali'ye gönülden teşekkür ederim....:-))




Yorumlar

deeptone dedi ki…
filmleri izlemiştim. ama bak bu kitabı okumadım. iyiymiş. amerikalılar o kadar çok kullanıyo ki prozac, onlar okusun önce.
:)
Şükran dedi ki…
onlar da okuduklarını uygulayamayanlardan olmasın;-;))
deeptone dedi ki…
ha ha ha ha insanız hepimiz.
:)
uygulayamayanlar yaptıklarına çok inanmayanlar ve çok istemeyenler oluyor genelde.
:)
deeptone dedi ki…
yeni mimin var bende.
:)
Şükran dedi ki…
Doğru bir tespit Deep.:)Zira istesek neleri yapabileceğimiz konusunda açık kanıtlar var.Sendenim deep:-))
Unknown dedi ki…
Okuduklarımızdan istifade edemeyen insanlar olduğumuzu söylerken ne kadar doğru söylemişsin.Bunu farkettiğim gün kişisel gelişim kitabı okumayı bıraktım.Çünkü okumak güzel de sonra uygulayamayınca üstüne bir de can sıkıntısı yaşıyordum.Sanırım buna bir de teori ile pratiğin birbirini tutmaması neden oluyor.
guguk kuşunu izlemiştim ama burada yazdığın açılardan bakamamışım ki hatırlamakta zorluk çekiyorum.
bir kez daha izlenmeli,salim kafayla..
Şükran dedi ki…
bu da ayrı yazmak istediğim konudur ebru,insanların okuduklarını uygulamaması vb.şeyler...Oysa en dikte ettiğim ve her fırsatta dile getirdiğim bir konudur...guguk kuşu'nu bir kere izledim,bir daha izlesem sıkılmam;çok etkilenmişimdir ve okuduğum kitapla özdeşleştirmem daha bir zihnimde kaos oluşturdu:)
Unknown dedi ki…
ahaha:),bu aklıma farklı bir konuyu getirdi.benim okuyup uygulayamaığım kişisel gelişim kitapları ile ilgili sadece:)
yoksa laf olsun diye okumam öyle dost tavsiyelerini filan:)))
Şükran dedi ki…
ha bu arada minik bir not :Kişisel gelişim kitaplarına dair de fikrimi yazacağım ama yukarıda gördüğün kişisel gelişim kitabının yanından geçmeyen felsefenin terapi yönü olduğunu düşündürten bir kitaptır .Ki,kitapta psikolojinin insanlara koyduğu tanıları alaya alma durumu var ..Bu kitabı o yüzden kişisel gelişim çizgisinin dışında tutuyorum:;))

Bu blogdaki popüler yayınlar

O o bir Türklerin Emile Zola'sı, O..o bir müzmin bekar , O kadın naturalisti...

*18 Ağustos 1864 doğumludur.Babasından etkilenmemiştir.annesine ise çok düşkündür. Annesi o dört yaşındayken veremden ölmüş ,bunun üzerine teyzesinin evine Aksaray'a yerleşmiştir. *Annesinin veremden ölmesiyle beraber evhamlı biri olur.Hatta Ahmet Mithat Efendi'nin kızını kendisiyle evlendirme teklifini nazikçe reddeder ve ömrü süresince evlenmez.Refik Ahmet Sevengil'in neden evlenmiyorsunuz sorusuna odasında bir nefese dahi tahammül edemediğini ,sinirli olacağını hatta bu sebeple misafirlikte bile kalmadığını dile getirmiştir. *Kadınların arasında uzun yıllar yaşadığı için onlardan etkilenmesi şüphesiz.Örgü ve tentene örmesi,reçel pişirmesi,evini bir kadın gibi titizce temizlemesi onun bu yönünü doğrular. *Sanat için sanat mantığından ziyade sanat toplum için yapılır görüşünü savunmuştur.Türklerin Emile Zola'sı diye bilinir öğretisel naturalizm akımında.'Deneysel Roman' Sadece belli bir kesimi anlatmaktansa halkın günlük hayatı üzerine yazmayı hedefle

Güzel İnsanlar Biriktirmişim,

Bugün bir huysuzluk vardı üzerimde.Gece de uyuyamamışım.Sabah gözümü bankanın mesajıyla açtım.Sağolsunlar,bugün şerefine,alışveriş edeceğim noktalardan ne alırsam üç katı fazla puan vereceklermiş.Ben ise ihtiyacım olmadıkça alışveriş etmeyi seven bir tip olmadığımdan bu mesaj bana yaramadı.Sağolsunlar yine de sağır sultandan önce doğum günümü kutlama lütfunda bulundular. Annem bugün  benim için  hazırlık yaparken  neli pasta  istediğimi sordu.Ben de beş karış suratla yapmamasını söyledim.Dedim ya ,doğum günüm benim için tam bir mutluluk kaynağı değil.Hatırlanmak,kutlanmak güzel şeyler.Sadece yanağıma iki öpücük ve seni seviyorum demeleri yeterli...Yoksa insanların benim için yorulmalarını istemiyorum.Hele hele oruçluyken...Ama annem bu...Koca kazık olmama rağmen tüm gününü mutfakta geçirme pahasına da olsa birbirinden leziz 4 çeşit yemeği yetiştirdi,üzerine bu moloz yığını düşmüş gibi duran bezmin bir kıza doğum günü pastası yaptı.Masayı da kurdu bir güzel...Gık bile demedi..Öyle

Cemal Süreya ,Keyif Sanat Kahvesi'nde

Camında Turgut Uyar'ın Göğe Bakma Durağı şiiri yazılıdır.Uşak'ın farklı ,özgün ,kültür sanat çalışmalarının  yapıldığı ,sahiplerinin de sıcak ,sanatsever oldukları aşikar;) Keyif Sanat Kahvesi'nde şiir okuma akşamlarımız başladı malum.Ben tabi ara ara kaçak olsam da ,her gittiğimde aldığım keyfi size anlatamam. Şiiri bu akşamlar sayesinde sevdiğimi itiraf etmeliyim.Bazı zaman ruhsuz okuyan arkadaşlarımın okumasından keyif almasam da ,onların şiire karşı duyarlılığı ,zaman geçtikçe okumalarında çaba sarfettiklerini görünce,bu tür ince şeylere önem verdiklerini  düşününce mutluluğum artıyor aslında.Bu yüzden bu açıdan bakınca tahammül edebiliyorum. düşünün,önceden şiir yazıp şiir okumayan,bildiği şiir ikiyi geçmeyen kişiyken şimdi başka şairler tanımak için çaba sarfediyor,sevdiğim şairlerin kitabını bizzat alıyorum. Ama şiir yazmıyorum artık !!! Boyumun ölçüsünü aldım,şiir yazmak ne kadar kolay görünse de zor zanaat ,bunun farkına vardım:-))) Sanırım iyi de o